Surp Giragos Kilisesi Restorasyonu

Diyarbakır, 2008
...

Diyarbakır, Batı Ermenileri için önemli merkezlerden biriydi. İdari örgütlenmesi gereği Yüksek Ermeni Platosu’na kadar uzanan Diyarbakır Vilayeti’nde, 1878’de 150.000 Ermeni yaşıyordu (Kevorkian & Paboudjian, 2015 - Ermeni Patrikhanesi’nin 1878 Salnamesi’ne dayanarak çıkardığı bilanço). Özellikle Diyarbakır’ın Doğu ve Kuzey Doğu bölgelerinde yoğun Ermeni nüfusu yaşamaktaydı. Diyarbakır Ermenileri, M.Ö. 1. yüzyılda Arzen/Erzen’i kuran II. Dikran’dan esinlenerek kenti Dikranagerd olarak adlandırmaktaydı. Dikranagerd, Ortaçağ tarihçilerinin bir diğer görüşüne göre, M.Ö. 6. yüzyılda Diyarbakır (Amida) Surları’nı inşa ettiren Dikran Yervantyan’ın ismiyle anılmaktaydı. Diyarbakır, jeopolitik konumu ve Pers Kral Yolu’nun üzerinde bulunan önemli bir kent olması sebebiyle, Roma-Part ve Bizans-Sasani savaşlarına sahne oldu. Bu savaşlar neticesinde büyük yıkıma uğradı. 640 yılında ise Arap fethi gerçekleşti. Diyarbakır, çeşitli devletlerin hâkimiyet mücadelesine sahne olmasının ardından 16. yüzyılda Osmanlı Devleti tarafından alındı. Ardından Surp Toros Kilisesi, Kurşunlu Camii’ye dönüştürüldü. Surp Toros Kilisesi’nin yanı sıra, Surp Kevork, Surp Yerrortutyun ve Surp Hovhannes Ermeni kiliseleri aynı akıbete uğradılar. Yine de 19. yüzyıl sonlarına kadar Diyarbakır, çok-etnikli ve çok-dinli yapısını korumayı başardı.

II. Abdülhamid döneminde, 1890 yılında, bazı Kürt aşiretlerinden müteşekkil Hamidiye Alayları oluşturuldu. Hamidiye Alayları, Osmanlı’nın Doğu vilayetlerini Ruslardan korumak amacıyla kurulmuş olsa da, misyonları arasında devletin Kürtlerle olan bağını güçlendirmek ve Ermenileri baskı altında tutmak da vardı (Klein, 2013). Zira yakın dönemlerde, Osmanlı’nın merkezileşme reformlarına karşılık Kürt isyanları ortaya çıkmıştı. Bu isyanlar sonucunda Osmanlı-Kürt ilişkileri kopma noktasına gelmiş, isyanlar Osmanlı Ordusu’nun şiddet eylemleri ve yerel işbirlikçilerin desteğiyle bastırılmıştı. Diğer yandan, Armenagan Partisi (1885), Sosyal Demokrat Hınçakyan Partisi (1887) ve Ermeni Devrimci Federasyonu (Taşnaktsutyun - 1890) gibi Ermeni örgütler kurulmuştu. Bu örgütler, Ermenilerin Osmanlı İmparatorluğu içerisinde uğradıkları yaşam hakkı ihlalleri ve diğer taleplerini örgütleyerek silahlı mücadele başlatmışlardı. Nitekim Osmanlı Ordusu ve Hamidiye Alayları ile Ermeni güçler arasındaki çatışmalar sonucu can kayıpları yaşandı. Dolayısıyla Diyarbakır Ermenileri de bu çatışmalardan etkilendiler. 1895’te Diyarbakır’da, Ermenilerin yaşadığı topraklarda yapılan katliam üç gün boyunca sürdü ve binlerce Ermeni katledildi. 1914’e gelindiğinde, Diyarbakır Vilayeti’ndeki Ermeni nüfusu 150.000’den 106.867’ye kadar gerilemişti (Kevorkian, 2015 - Kevorkian & Paboudjian, 2012 - Ermeni Patrikhanesi’nin Şubat 1913-Ağustos 1915 arasında yaptığı nüfus sayımı). 1914 yılında Diyarbakır Çarşısı (Günümüzdeki adıyla Çarşiya Şewitî / Yanık Çarşı) devletin milli iktisat yaratma politikası gereği, yerel işbirlikçilerin de desteğiyle yakıldı. Bu çarşıda şehir ekonomisinin önemli bir bölümünü oluşturan ve büyük ölçüde Diyarbakırlı Ermenilerin işletmeleri bulunuyordu. 1908’de II. Meşrutiyet’in ilanı, İttihat ve Terakki Cemiyeti (İTC) ve Ermeni Devrimci Federasyonu’nun ortak mücadelesi sonucu gerçekleşmişti. Ancak gerek İTC içerisindeki Türk milliyetçisi kadroların zamanla partiyi ve iktidarı ele geçirmeleri, gerekse de 1910’lu yıllarda, Trablusgarp, Balkan ve I. Dünya Savaşı’nın yaşanmasıyla homojen bir ulus, devlet ve milli bir ekonomi yaratma düşüncesi güçlendi. Bu düşünceler ışığında İTC elitleri, I. Dünya Savaşı’nı da fırsat bilerek Türkçü fikirlerini uygulamak için Küçük Asya’da büyük bir etnik temizlik yapmak amacıyla harekete geçtiler. 

Ermeniler, 1915 yılında başlayan soykırım öncesinde 1,5 milyona yakın nüfuslarıyla Osmanlı’daki en büyük Hıristiyan toplumlardan birisiydi. Soykırım sürecinde gerçekleşen katliamlar ve sürgünler nedeniyle Ermeni nüfusu 1915 sonrasında 100 binin altına geriledi.  1923 yılında kurulan Türkiye Cumhuriyeti, Ermenilerin 1915’te kırıma uğradığını hiçbir zaman kabul etmedi. Dahası, Türkiye Cumhuriyeti, bir yandan vatandaşı olarak addettiği gayrimüslimlere yönelik dışlayıcı politikalar uygularken, diğer yandan gayrimüslimlerin tarihsel izlerini de silmeye çalıştı. Buna rağmen, Anadolu’da ve Trakya’daki kiliseler, okullar, manastırlar, mezarlıklar ve anıtlar Ermenilerin neredeyse binlerce yıllık varlığını hatırlatmaya devam etti. Bu mülklerin yok olmaya terk edilmesi ya da el konulup çeşitli amaçlar için kullanılması, Türk devletinin geçmişe dair yürüteceği inkâr politikasının sacayaklarıydı. Bu nedenle bugün, Ermenilerin kültürel mirasını temsil eden zarar görmemiş yapılar bulmak oldukça zordur. 2006 yılına kadar Ermeni mülklerine ilişkin belgelere ulaşmak Milli Güvenlik Kurulu tarafından yasaklanmış olduğu için bu mülklerin nerede olduğuna ilişkin kayıtlara erişmek bile imkânsızdı. Her ne kadar Ermeni kiliselerinin büyük çoğunluğu yıkılmış, yağmaya uğramış ya da yok olmaya terk edilmiş olsa da, bazı kiliseler bugüne kadar sağlam kalabildi. Kırsal bölgelerde varlığı muhafaza edilebilen Ermeni kiliseleri bulmak neredeyse imkânsızken kent merkezlerinde görece daha iyi durumda olan kiliselere rastlamak mümkün. Surp Giragos Kilisesi, tüm Orta Doğu bölgesinde yer alan en büyük kilise olarak, dinî zorla değiştirilmiş Ermeniler de dâhil olmak üzere, Ermenilerin çabaları sonucunda bugünlere kadar ayakta kalabildi.

Yararlanılan Kaynaklar

Kevorkian, R. & Paboudjian, P. (2012). 1915 Öncesinde Osmanlı İmparatorluğu’nda Ermeniler. Çev. Mayda Saris. Aras Yayıncılık.

Kevorkian, R. (2015). Ermeni Soykırımı. Çev. Ayşen Taşkent Ekmekçi. İletişim Yayınları.

Aydınoğlu, E. (2022). Barış Süreci - Söylem Pratik Çöküş. Versus Kitap Yayınları.

DURUM:

Tamamlandı

TARİH:

2008

-

2011

Surp Giragos Kilisesi’nin tarihi 16’ıncı yüzyıla kadar uzanır. Diyarbakır’ın Osmanlı İmparatorluğu tarafından fethinin ardından, Kurşunlu Camii’ne dönüştürülen Surp Toros Kilisesi’nin yerine, Surp Giragos Kilisesi inşa edildi, Ermeni Başpiskoposluğu da yan binasında bulunuyordu. Dolayısıyla Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nin bulunduğu bölge, Diyarbakır Sancağı’ndaki kiliselerin, okulların ve cemaatin mal varlığının yönetilmesi açısından önemliydi. Bu dönemlerde var olan, Orta Doğu’daki en kozmopolit şehirlerden birisi olan Diyarbakır’da Hıristiyan topluluklar, Müslüman ve Musevi dinlerine inananlarla bir arada yaşamaktaydı. Ancak şehirdeki bu etnik ve dinsel çeşitlilik, I. Dünya Savaşı sonrasında varlığını sürdüremedi. Bölgedeki Ermenilerin çoğu ya öldürüldüğü ya da sürgün edildiği için Surp Giragos Ermeni Kilisesi büyük ölçüde cemaatini yitirdi. Ayrıca, kilisenin sembolü haline gelmiş olan, üzerinde 10 saat bulunan ve soğan biçiminde olan çan kulesi, hemen yanındaki Şeyh Muhtar Camii’nin minaresinden daha yüksek olduğu gerekçesiyle 1914 yılında topçu ateşiyle yıkıldı. I. Dünya Savaşı sırasında Alman askerleri tarafından askeri üs olarak kullanılan kilise, Cumhuriyet kurulduktan sonra belli bir dönem pamuk ambarı işlevi gördü. 1960 yılında ise kilise yeniden ibadete açıldı. Surp Giragos Ermeni Kilisesi restorasyon projesinin amacı, Ermenilerin kaybettirilen tarihlerine dair talepte bulunmaları ve hem sembolik hem de gerçek anlamda yaşamış oldukları mülksüzleşmeye karşı mücadele etmekti.

Diyarbakır’da yaşayan Ermeni cemaati üyelerinin sayısı oldukça az olduğundan, kilisenin restore edilmesinin sadece Ermenilerin dinî ihtiyaçlarının karşılanmasını amaçlamadığı açık. Son on yıllık süreçte Türkiye’deki siyasi atmosferde yaşanan değişimler, Ermenilerin yaklaşık yüz yıldır deneyimlediği sembolik ve materyal mülksüzleştirilmeye karşı mücadele etme yolunda birtakım fırsatlar doğurdu. Avrupa Birliği’ne tam üyelik sürecinde cemaat mallarının kısmen de olsa iadesini sağlayan düzenlemeler bu süreçte etkili oldu. 2005 yılında gerçekleştirilen Akhtamar Kilisesi restorasyonu sonrasında, Surp Giragos Ermeni Kilisesi’ni yenileme projesi, bu yolda atılan ikinci adım olarak görülebilir. Bu kilisenin restore edilmesi, Türkiye’de ve yurtdışında yaşayan Ermeniler arasında, bu coğrafyadaki Ermeni geçmişinin Türk devleti nezdinde tanınmasına dair sınırlı da olsa bir umut oluşturdu. Diğer yandan, restorasyon projesi, Barış ve Demokrasi Partisi’ne (BDP) bağlı Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi tarafından desteklendiği için, Kürt ve Ermeni toplumlarını bir araya getirme ve toplumsal uzlaşı bakımlarından kayda değer bir etki yarattı. Bu çalışmalar neticesinde, Surp Giragos Ermeni Kilisesi, 2011 yılında ilk ayinin düzenlenmesiyle birlikte açıldı ve kilisenin 1914 yılında yıkılan soğan biçimindeki çan kulesinin bir benzeri Moskova’da yapılarak Diyarbakır’a getirildi.

Bu proje boyunca karşılaşılan en temel zorluklardan birisi, Türkiye’de gayrimüslimler için varolan olan güvensiz koşulları besleyen makro siyasi gelişmelerdi. Her ne kadar Ermeni sivil toplum kuruluşları bu proje için Türk devletinin desteğini almaya çalışsa da, T.C. Kültür Bakanlığı, yapacağı finansal destekleri kilisenin müze statüsüne çekilmesi şartına bağladı. Bunun kabul edilmesi, bir yandan kilisenin en temel işlevinin ortadan kalkması demekti; diğer yandan bu yaklaşım, Ermeni geçmişinin asli işlevleri korunarak yeniden ortaya çıkarılmasından rahatsızlık duyan devletin verdiği bir mesajdı. Restorasyon projesinin toplam masrafı 3,5 milyon dolardı. 2008 yılından 2011’e kadar hem Türkiye’de hem de yurtdışında bu projenin finansmanı için bağış kampanyaları düzenlendi. Lakin bu yoldan toplanan bağışlar projeyi sonlandırmak için yeterli olmadı. Projenin tamamlanması, 1 milyon TL, yani yaklaşık olarak o günün kuruyla 700 bin dolar tutarında bağışta bulunan Diyarbakır Büyükşehir Belediyesi sayesinde oldu. 

2002 yılında iktidara gelen AKP’nin neoliberal politikaları benimsemesi ve Avrupa Birliği’ne katılım sürecine girmesi ile demokrasi ve insan hakları bağlamında çeşitli adımlar atıldı. Bu adımlar Türkiye’de ötekileştirilen toplulukları da nispeten kapsadı. Çeşitli medya organlarınca “futbol diplomasisi” adı verilen süreçte Ermenistan devlet başkanı Serj Sarkisyan’ın iki ülke tarihinde bir ilk olan Türkiye ziyareti ile görece bir yumuşama dönemi yaşandı. Diğer yandan, Kürt hareketiyle dönem dönem geliştirilmeye çalışılan ancak her defasında akamete uğrayan diyalog çabaları, Türkiye’de devlet bağlantılı insan hakları ihlalleriyle yüzleşilebileceğinin umudunu yarattı. Bu süreçlerden biri ve belki de en önemlisi, Türk devleti ile Kürdistan İşçi Partisi (PKK) arasında 2013-2015 yılları arasında süren barış süreciydi. Bu süreç boyunca, Türkiye’de barış ve demokrasi için mücadele eden toplumsal gruplar varlıklarını güçlendirdiler (Aydınoğlu, 2022). Yaşanan barış süreciyle birlikte, Diyarbakır’ın bir cazibe merkezi olarak öne çıkmasının yanında, Surp Giragos Ermeni Kilisesi de kenti ziyaret eden insanların uğrak mekânlarından biri haline geldi. Ancak barış sürecinin çökmesinin ardından Diyarbakır’ın Sur ilçesinde, 2015-2016 tarihlerinde yaşanan çatışmalar esnasında kilise ağır hasarlar aldı. Bunu takiben 21 Mart 2016’da Bakanlar Kurulu, Surp Giragos Kilisesi de dâhil olmak üzere ilçenin büyük bir kısmıyla ilgili “acele kamulaştırma kararı” verdi. Surp Giragos Kilisesi Vakfı adına avukat Ali Elbeyoğlu, acele kamulaştırma kararına karşı Danıştay’da dava açtı ve sonrasında Danıştay 6. Dairesi, Surp Giragos Kilisesi için Bakanlar Kurulu tarafından alınan “kamulaştırma kararını” iptal etti. Çevre ve Şehircilik Bakanlığı, 2019 yılında Surp Giragos Ermeni Kilisesi’nin devletin imkânlarıyla restore edileceğini duyurdu. 8 Mayıs 2022’de düzenlenen ayinle kilise tekrar ibadete açıldı.